18 Şubat 2012 Cumartesi

Geliyorlar efendim , durduramıyoruz.







               Türkiye uygulanacak yeni ceza yöntemiyle Eylül ayında Fenerbahçe – Manisaspor maçında tanıştı.  Adı her ne kadar ceza olsada bu eylemin , söz konusu Fenerbahçe olduğundan mütevellit ödüle dönüştü. Açıkçası işin bu noktalara geleceğini kimse tahmin etmemişti. Fenerbahçeliler bile. Hani en son Fenerbahçe şaşırtır diyorduk ya , bu sefer bizlerde şaşırmıştık. Fenerbahçe taraftar forumlarında anketlerde beklenen rakam 5 ila 10 bin arasındaydı. Ama tahminlerin çok dışında bir maç oldu.  Maç sonunda Fenerbahçe milyonlarca dolar harcasada yapamayacağı reklamı yaptı. Yurt genelinde değil dünya çapında yaptı hemde , en güzel şekilde. CNN International’a bağlanan Asbaşkan Ali Koç’la konuşan spiker dakikalarca öve öve bitiremedi Fenerbahçe’nin dişi kanaryalarını. Japonya’dan , Çin’e , Kanada’ya , Avrupa basınından , Arap ülkelerine her yerde ana haberlere çıktık. Dünya böyle bir görüntüyü ilk defa görüyordu. 42.000 kadın ve çocuk futbol maçında...


         
İşte Şükrü Saraçoğlu’nda yaşanan atmosferin dış basındaki yansıması;
BBC: Fenerbahçe sadece kadın ve çocuklara izin verdi.
La Gazzetta Dello Sport:
Kadınların, futbol zaferi. Fenerbahçe-Manisaspor maçı sadece kadınlara özel.
Bild:
Fenerbahçe erkekler olmadan 41 bin kadın ve çocuğa oynadı.
Record
: Hangi fotoğraf daha güzel? Kadınların tribünde oluşturduğu görüntü muhteşem
Globo Esporte:
Dünyanın en güzel cezası Saraçoğlu Stadında yaşandı.
Chronofoot
: Türkiye Futbol Federasyonu, dünya futboluna örnek olacak bir karar verdi.
AP:
Tribünler kadınlara kaldı.


''Farketmez''

           Aradan 5 ay geçti. Fenerbahçe yine ‘’cezalı’’. Bu sefer Sivasspor maçında. Sarı meleklerin ikinci maçı bu. Arada diğer İstanbul takımlarından bir tanesi iç saha maçını cezalı olarak oynadı ve sadece 3.150 biletli kadın taraftar çekti stadyuma. Ve beklediği rakamları göremeyenler bu kez yine Fenerbahçe taraftarına sallamaktan geri durmadı.
- ‘’ Eeee Eylül ayında güzel havada 42.000 kişi gider tabi. Hava soğuktu o yüzden 39.000 eksik kaldık ne var bunda ? ‘’
39 bin lan ?!?! 3 bin , 5 bin olsa diyeceğim eyvallah. Kıyaslamaya bak.

           Hadi o Eylüldü tamam , bu maç Şubat ayında ? Görüntü yine aynı ?
 Dişi Kanaryalar yine tarih yazdı . Bu sefer üstüne koyarak geldiler. Daha örgütlüydüler. Koreografi bile yaptılar kartonlarla.

''Direneceğiz ! ''


        ’ Fenerbahçe büyüklüğü başka bir büyüklüktür, adı konamaz.’ derken İslam Çupi tam olarak bundan bahsediyordu işte. Lidermiş , değilmiş , başkanı tutukluymuş , başarılıymış , başarısızmış bakmadan maça koşan yaklaşık 40bin kadın. Stadın her yeri dolu. İnce sesten tezahuratlar. Alkış , kıyamet.




            Geçen maçta Fenerbahçe kazanamamış son dakikada buz gibi golümüz saçma sapan bir ofsayt gerekçesiyle sayılmamış 42bin kadının gördüğünü bir hakem görememişti. Bir de kadınlar ofsaytı bilmez derler. Neticede 3 puanımız gasp edilmiş , sahadan bir puanla ayrılmıştık. 
            
                         
            Bu sefer Kadıköy’e koşan onbinler hayal kırıklığı yaşamadı neyseki, evlerine sevinçli döndüler. Fenerbahçe Sivas'ı 4-2yle geçti. Bu tablonun olmuşmasında en büyük pay sahiplerinden biri kuşkusuz Aziz Yıldırım’dır. Gerek modern stadların yapımlarını başlatarak , numaralı koltuk sistemini oturtarak gerekse stadlarda konforu zirveye çıkararak , güvenliği artırarak. İçeriden bu maçıda Manisaspor maçı gibi gururla izlediğine eminim.


            Sizce M.A.A , Arıboğan , Aysal , Savcı Berk ve niceleri aralarında ne konuşmuştur maç esnasında ? O kadar çabalarına rağmen , karalama kampanyalarına rağmen ,
      -‘’ Yağmur , çamur , eylül  , şubat dinlemiyor Fenerbahçe’nin bayanları geliyorlar efendim , durduramıyoruz.’’ Demişler midir ?



      

17 Şubat 2012 Cuma

BambAŞKa bir 14 Şubat.

          

            ''Aziz Valentine günü''
idi , geldi oldu ''Aziz Yıldırım günü''.  Aslında ''Aziz Yıldırım günü''nden ziyade daha çok Fenerbahçe günü bizim için. Fenerbahçelinin günü. Sevgililerin günü. Fenerbahçe Başkanı'nın davası = Fenerbahçe'nin/Fenerbahçelinin davası artık diyerek çıktık yola.


           Soğuk ve rüzgarlı bir Şubat sabahı , zaman zaman devam eden kar yağışı yer yer tepecikler oluşturmuş. Pencerenin kenarından rüzgarın sesi duyuluyor , panjurdan gelen tıkır tıkır sesler odadaki sessizliği bölüyor. Daha kaloriferler yanmamış evde. Battaniyenin altından çıkınca o ürpertiyi hissediyorum. Okuyunca bile insanın içi üşüyor değil mi?  Haydi alın sıcak çaylarınızı gelin sizde. Silivriye gidiyoruz, duruşmaya , nöbete ! Aziz Başkan'da orada , Cemil Turan'da , Şekip Mosturoğlu'da... Saat 5 ' te Salı Pazarı'nda toplanılacak. Saat 5 diyorum he , sabah bile değil , gece. Hava zifiri karanlık. Otobüsler eski Salı Pazarı'nda bekliyor , Kadıköyde. Münferit arabalarda otobüslerin peşinden büyük konvoya oradan başlayacaklar. Mahmutbey gişelerinde Avrupa yakası katılacak , durmadan Silivri'ye kadar gidilecek topluca. Plan bu. Konvoycuların içinde doktoru var , avukatı var , emekli askeri var , tüccarı var , öğrencisi var hemde gırla , işinde gücünde insanlar hepsi. Otobüslerin içine bakıyorsun bir tane ıvır zıvır şahsiyet yok. Bu kadar adamı karşılıksız olarak başka hangi oluşum , hangi sevgi  Şubat ayında , sabahın 5inde bir araya getirebilir ?


          Çoğu kişiye mantıksız gelebilir. Abartılı da gelebilir. Büyük saygı duyarım. Herkesin ilgisini yönelttiği çeşitli alanlar vardır. Kimi bir sanatçının hayranıdır. Nereye gitse konserlerinde peşinden koşar , çıktığı gün albümünü alır , odasını postlerleri süsler , hep hayalinde o vardır. Kimi ise bir siyasetçiyi izler. Miting miting gezer. Kimileri NBA'in çılgınıdır . Gecenin 4ünde kalkıp maç izlerler. Kimi F1'in, dünyanın bir ucuna yarış izlemeye giderler ki bizzat canlı şahidiyimdir bu olayın Kurtköy'deki F1 pistinde... Velhasıl , sabahın köründe esneye esneye uykulu gözlerle sarı-laciverte bürünüp Salı Pazarına gelmiş bu adamlarında , benimde olayımız bu , böyle mutluyuz. Yoksa oradaki pek çok insan dünya üzerinde neler neler görmüştür ? Ama eminim bu kadar mutlu olmamıştır. Neticede olayın kaynağı , çıkış noktası ''aidiyet'' duygusu. Ve bu da Fenerbahçe taraftarında yoğun miktarda mevcut. Bir Fenerbahçe taraftarı için , Kadıköy'de bahar ayında bir maç günü Caddede elinde bira bir sağa bir sola etrafa baka baka tezahuratlar yapmak , Nou Camp'ta dünyanın futbol mabedinde koltuğuna kurulup maç izlemeye tercih edilir . Bu böyledir. Neyse uzatmayalım neticede bilen bilir , böyledir bizim sevdamız.


          14 Şubatta da beklenen oldu. Aslında Fenerbahçe taraftarı şaşırmadı bu sevgi seline , bende şaşırmadım ama medya ve diğer takım tarafları çok şaşırdılar Silivri'deki kalabalığa. Haberler , gazeteler yıkılıyordu. Diğer İstanbul takımlarının stadlarında yakalayamadığı kalabalığı Fenerbahçe taraftarı İstanbul'un diğer ucu Silivri'de yakaladı. Hemde çadırda. Sabahın köründe. Çamur içinde. Şubat ayında. Üstüne sevgililer gününde. Haftaiçinde , iş gününde.

Eee bu ironik durum mizah dergilerine de konu oldu tabi.
     

          Sadece Salı Pazarından 100'den fazla münferit araç ve 22 otobüs kalktı. Onlara Mahmutbey gişelerinde kaç otobüs ve araç katıldı bilmiyorum . Bireysel gelenler var , işten izin alıp gelenler var , yetişemeyenler var , Silivri'den gelenler var , Tekirdağ var , Edirne var . Var oğlu var.
Konvoy Silivriye vardığında ortaya bu manzara çıkıyor ,





           Muazzam bir manzara... Düşünün bu fotoğrafta sadece Salı Pazarından kalkan otobüslerin bir kısmı var, münferit araçlar yok bu  karede bağımsız gelenler yok , başka illerden gelenler yok ve bu insanlar maça gitmiyorlar. Bambaşka bir müsabakaya, daha önce görülmemiş bir müsabakaya Metris deplasmanından sonra , Silivri deplasmanına gidiyorlar.


            O gün hava 2 derece. Dondurucu. Sabahın köründe evlerden çıkıp Silivri'nin yolunu tutuyoruz. Yol bitmek bilmiyor. Herkesin içinde tatlı bir heyecan ' acaba nasıl olacak ? ' Bir Allahın kulunda mırıldanma , serzeniş yok. Herkes gönüllü. Sınavım olsa gitmem yeminle.
Biz konvoyla gitmedik , Yenibosna Metro'dan münferit gittik. Zaten otobüstede bizim gibi Silivri Ceza İnfaz Kurumu'na gidenler vardı. Silivri'de terminalde indik. Oradan minibüslerle Silivri Ceza İnfaz Kurumu'na geçtik. İlk sürpriz minibüste oldu. Bir ağabey. Ağabey diyorum çünkü amca diyemeyecek kadar genç. Dede demek zaten hakaret . Yaşı sadece 82. Benden yalnızca 62 yaş büyük. Abartılacak bir durumda yok hani , 62 yaş alt tarafı.
Minibüs'e yürüyor , dizleri tuta tuta , elinde baston Fenerbahçesine geliyor.

- 'Dedeye yer açın! ' bir ses yankılanıyor minibüste. Hemen kalkıyorum. Herkes etrafına bakınıyor , aynı şaşkınlık.


         Terminalden aynı minibüse bindik. Bu fotoğrafı da gizli gizli çektim kolumla vücudumun arasından , dayanamadım. Gerçi anlamıştım ağabeyin bu günün adeta simgesi olacağını zaten akşam eve geldiğimde de herkesin dilindeydi. Çadırları ziyaret etti. Herkesle sohbet etti.

Haberlerdede yerini almış. http://www.hurriyet.com.tr/spor/futbol/19915954.asp


Onu görünce zihnimde bu karikatür belirdi aniden . Bu karikatürü bir gün canlı yaşayacağımı hiç düşünmezdim. Bunu çizen karikatürist sanki davanın ilk günlerinde bu günleri görmüş.
             Yüzünde yılların getirdiği bir yorgunluk vardı ama umutlu gözüküyordu. Başı dikti. Boynuna atkısını da almış , bizim yanımıza gelmiş.
- 'E be ihtiyar , senin bu yağmurda çamurda buralarda ne işin var ?'  diyoruz . Ama içimizden. Bu soruyu ona sorabilecek babayiğit var mıdır ?  Öyle vakur bir duruşu var ki soruyu sorsak bastonu kafaya yiyeceğiz. Sohbet arasında zaten dede (pardon ağabey) cevabını veriyor biz sormasak bile ,
- 'Eee evladım. Fenerbahçe bu! Şakası olmaz bunun.'
             Minibüsteki herkes şaşkın ama gururlu gözlerle bakıyor ağabeye. Fenerbahçe bir kez daha şaşırtıyor. Ama bizleri değil diğerlerini gerçi onlar şaşırmaya alışkın , yadırgamamışlardır.

             

              Yaklaşıyoruz iyice. Yaklaştıkça peş peşe dizilmiş münferit arabalar. Hepsinde bayraklar , atkılar var. Konvoyun hepsini geçtikten sonra iniyoruz. İşte burası o meşhur Silivri Ceza İnfaz Kurumu. Aziz Başkan'da burada. İlerleyince ileride beyaz büyük çadırlar. Ergenekon tutuklarının nöbetini tutanların çadırının yanında dev bir çadır daha. Üzerinde kocaman sarı lacivert bayrak ve pankartlar var. 'Sana kalkan ellere kalkan olacağız' yazıyor. Yanındaki çadırda Atatürk portresi. Tam bir direniş havası hakim. Kamp kurulmuş bile. Öğreniyoruz ki bir grup konvoydanda önce gidip orada sabahlamış. Gözlerin altları şiş , ellerde çay , sesler kısık. Dayıların Fenerbahçelilik ayarlarıyla oynamışlar :) 80lerin tayfası belli. Sabahlamaya alışkınlar. Kim bilir gece ne anılar dönmüştür çay eşliğinde ? Aradan kaç yıl geçmiş , saçlara kar yağmış , belki çoluk çocuğa karışmış pek çoğu ama aynı heyecan. Yıllar sonra bir sabahlama daha. Ama bu sefer Dolmabahçe'ye değil , gençken hiç tahmin etmeyecekleri bir yere. Anlaşılan uzun bir gece geçmiş tezahuratlarla , anılarla , arada futbol muhabbeti , gırgır , şamata. Sabahlanacağını bilsem giderdim valla , o ortam çok başka , heryerde bulunmaz benden demesi . Sabah Ali Koç Çadıra ziyarete geliyor. O da bizden biri. Fenerbahçe diyince gözleri parlıyor. Ali Koç' u seviyorum. Çünkü o da menfaat beklemeden en az benim kadar seviyor Fenerbahçe'yi belki içindeki heyecan benden bile fazla. Heryerde.





       Ben çadırdan içeri girdiğimde FBTV kliplerinin son dönemdeki fenomen türküsü söyleniyordu , kısık bir ses yükseliyor , Zülfü Livaneli'den; duyan duysun , bilen bilsin böyledir bizim sevdamız diyorlar ,

     
    
         Sonra yeterli güç toplandıktan sonra hep beraber dışarı çıkılıyor. Çadırda sobaların ısıttığı bünyeleri bu kez Silivri'nin çorak arazilerinde yankılanan Fenerbahçe sesleri ısıtıyor. Fabrika dumanı gibi buhar çıkıyor ağızlardan her hecede. Tezahuratlar gırla. Avukatlardan öğreniyoruz ki sesimiz mahkeme salonunda yankılanıyormuş. Askerlerle şakalaşmalar , onlara ikramlar. Polis olsa öyle mi olurdu ? Polisin Bağdat Caddesinde , Metris'te , Taksim'de olan tutumundan sonra asker gözümüzde iyilik meleği gibiydi. Türk askerinin çeşitli şer odaklarınca o kadar iftiraya , karalamaya rağmen hala gönüllerde olmasının açıklaması tam olarak buydu işte. İnsanlar 'bizim askerimiz' diyerek sevgi gösterisinde bulunuyorlar , en ufak bir sürtüşme yok. Her iki tarafta birbirini biliyor , anlıyor. Bunlar ne kadar güzel duygular . Mavililerle asla yakalanamayacak bir duygu yoğunluğuydu bu. Arada işin olmazsa olmazı basına sataşmalar oldu. Sonra çok geçmeden ayrıldık biz. Çünkü 14 Şubattı. Gitmemiz gereken bir yer daha vardı. :)
   

         Dönüş yolunda yine her yer sarı lacivert.Otobüslere yürürken bir okulun önünden geçiyoruz. Silivri Ceza İnfaz Kurumu'na çok yakın hatta neredeyse bahçeleri bitişik. Bu seferde gencecik Fenerbahçeliler. Atkılarını giymişler teneffüste tellere koşuyorlar.
-Abi duydunuz mu? Fener , Fener diye bağıran bizdik.
Heyecandan nefes nefeseler. Gözleri yerinden çıkacak.
         Taraftarlar tellerin arkasından çocuklarla sohbet ediyor. Atkı , forma hediye ediliyor. Karşılıklı sarı-lacivert çekiliyor. Ulan onlar bizden hevesli çıktı iyi mi ? Biz yoruluyoruz , kopiller 'bağırmayan cimbomlu' diyor , devam ediyor . Kim bilir nasıl hava basmışlardır okulda ? O gün onlardan gururlusu yoktur. Etrafı çorak arazi olan , yakınında hiçbir şey olmayan okullarının yanıbaşına bir gün , gönül verdikleri Fenerbahçenin tribünü gelip kamp kuracak heee. Rüyalarında görseler inanmazlardı herhalde.

    
        Otobüsler tek tek kalkıyor. Artık ayrılma zamanı. Dönüşte konvoy yok , dolan gidiyor , dolan gidiyor. Herkes yorgun ama görevini yapmış olmanın verdiği rahatlıkla huzurlu. Zaten otobüsün yarısından fazlası yorgunluktan uyuya kalmıştı koltuklarında. Otobüsten yolda indik , geri kalanlar Kadıköy istikametinde yola devam etti. Böylece bizim için 'Silivri Nöbeti' tamamlanmış oldu.
   

        O gün bana Fenerbahçeliliğin basit bir spor kulübü taraftarlığından çok daha fazlası olduğunu gösterdi. Daha doğrusu biliyordum ve bu olay ispatladı. Anladım ki , hangi şart altında olursa olsun , ne kadar uzak olursa olsun bırakın spor müsabakalarını mahkemelerde , hapishanelerde bile Fenerbahçe yalnız kalmıyor ve kalmayacak inşallah. Dünya üzerinde hemen hemen her spor branşında mücadele edip şampiyonluklar kazanıp , üstüne yargıyla , medyayla , bürokrasiyle bu denli çarpışan başka bir spor kulübü ve taraftarı var mıdır ? Bu denli psikopatça sahip çıkılan başka bir spor kulübü var mıdır? Ve bunun ne başarıyla ne kupayla nede başka birşeyle ilgisi var. Neyle ilgisi var peki ? İşte onu bende bilmiyorum. Artık tek bildiğim 'Fenerle kimse başa çıkamaz' mottosunun sıradan , kuru kuruya bir söz öbeği olmadığı.


       Fenerbahçe umuyorum(biliyorum) gelecekte çok daha başarılı olacak. Ve bizler o günler geldiğinde tıpkı çocukluğumuzda olduğu gibi Fenerbahçe'nin en başarısız en zor günlerinde yanında olduğumuz anları , belkide bir çoğumuzun bir daha hayatı boyunca uğramayacağı(Allah düşürmesin) 19 Temmuz Dünya Fenerbahçeliler gününde Metris hapishanesinin önünü ,14 Ağustos Taksim mücadelesini , efsanevi 12 Temmuz Bağdat Caddesi eylemini ve Boğaz köprüsünü kapatma çabalarını (normal insan davranışı değil biliyorum) , Shaktar maçında güvenliklerin koridora kaçışını , basın tribununun korkudan bulunduğu yeri terkedip apar topar çıkmasını , numaralının basın tribününe girip Aziz Yıldırım posteri açmasını , ilk spor kulübü mitingi olan 25 Aralık Fenerbahçe Mitingini ve bu günü 14 Şubatı , çamur deryası içindeki çadırları , bu dayanışmayı tebessümle hatırlayacağız. Bir çoğumuz çocuğuyla hatta torunuyla geleceğin başarılı Fenerbahçesini konuşurken , bu günleri yad edip ,
- 'Yaaa evlat... Bende oradaydım ! En kötü gününde Fenerbahçe'nin yanındaydım!' diyeceğiz gururla.

       Son olarak gelecek eylemimiz , 20 Şubat büyük Çağlayan savunması. Bütün takım orada olacak e tabi bizde :) İşte orada Fenerbahçe iddia makamı olacak , son sözü söyleyecek.


      O gün görüşmek dileğiyle...


13 Şubat 2012 Pazartesi

Cumhuriyet'in Ordu'su.



         Hayır hayır Genelkurmay'dan bahsetmiyorum. Burada konumuz spor , siyaset değil. Ama belki de Genelkurmay'ın yapacağı herhangi bir hareketten çok daha fazla etki bırakabilecek birşey oldu Türk tribünlerinde bu hafta. Bu hareket Karadeniz semalarından , Ordu'dan geldi.

         Aslında bu hareketi ilk Fenerbahçe taraftarı planlamıştı. Büyük ses getirecekti... En azından bizler öyle düşünüyorduk. Fenerbançe-Beşiktaş maçından 5 dakika önce şimdilerde kaldırılması konuşulan Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi okunacaktı gerekli yerlere mesajı vermek için. Ama olmadı. Bunun çeşitli nedenleri var . Mesela , bunun bir derbi maçına denk gelmesi neticesinde oluşan heyecan , sıkıntı , gerginlik , kakafoni ...
Bireysel olarak münferitler okudu. Ama dağınık dağınık. Ses getirmedi. Hep bir ağızdan okunmadı. Kesinlikle yanlış maç seçilmişti bu organizasyon için.

        Tam içimiz başarısızlıktan dolayı burkulmuşken Karadenizden yükselen bu ses içimizi ısıttı. Bu tip hareketlere ihtiyaç var. Aslında yıllar yılı biz bu hareketleri zoraki yaptık. Törendi , geçitti , anmaydı , bayramdı... Ve bu zorakilik durumu karşı-taraftakilere hep koz verdi. Sürekli bunu kullandılar. Ama halk içinden hiçbir baskı , zorlama , mecburiyet durumu olmadan (ki tam tersi bir baskı söz konusu artık bariz bir şekilde) Ata'nın hitabesinin bangır bangır yükses sesle büyük küçük, kadın erkek, zengin fakir her görüşten , her yaştan insanın bir araya gelerek oluşturduğu tribünlerde söylenmesi karşı-taraf'takileri adeta çıldırtır ki çıldırttı. İşte buna konuşamazlar ki konuşamadılar buna çamur atamazlar ki atamadılar. Bu tip hareketlere ihtiyaç var. Gerçekten var. Sonuçta 10-12 senedir hızlı bir şekilde yükselen , yükseltilen Anti-Atatürk , Anti-cumhuriyet akımı bir yerde son bulacak. Bulduğu zaman Orduspor Stadındaki bu adamlar kalacak bizlerle.

          Hele hele %60 ın üstü rakamlarla iktidarı desteklemiş bir ilden gelirse bu tepki. Hele hele bir siyasi partiden , dernekten vs.den değilde stadyumdan halkın bağrından gelirse bu tepki. İşte bunlar guard düşürür. Sonuçta oran olarak Ordu'da iktidara oy vermiş kitle çoğunlukta. Şehrin yarısından fazlası. O gün orada avazı çıktığı kadar hitabeyi okuyan taraftarların içindede çoğunluklar. Neyse biz dümeni yine siyasetten ,spora , tribünlere çevirelim. Ne kadar samimiler bilmiyorum , amaçları reklam mı onuda bilmiyorum. Belkide ciddi ciddi bir mesaj vermek istediler. Ama ne olursa olsun yaptıkları çok önemliydi ve uzun yıllar da hatırlanacak. Dileğimiz bunun bir rutine dönüşmesi ve diğer stadlara da yayılması Rize'ye , İzmir'e Tekirdağ'a , Bolu'ya...Heryere. Neticede plakaya göre 61.dakika , 45.dakika , 59. dakika kutlamalarından çok daha anlamlı değil mi? Asıl siz o zaman görün Mustafa Akyol'un suratının nasıl şekillerden şekillere girdiğini.

       Anlayacağınız Ordu , karşı tarafa darbe yaptı.
       Yüreklerine sağlık. 1919dada güneş Ordu'unun komşusu Samsun'dan doğmamışmıydı ?

       Bizde sarı-lacivert renklerle bezenmiş blogumuzda bu hafta onlar için ilk defa farklı bir renk kullanıp mor-beyaz bir köşe yapalım , bunu hakettiler. Güzel şeyler takdir edilir. Burada olduğu gibi.
            Teşekkürler Orduspor taraftarı bu ciğeri 5 para etmezleri delirttiğin , göğsümüzü kabarttığın için.


      
       
      Ayrıca umarsız spiker kardeşimizi ve o an sesi kısan LigTv'yi düşünerek bir kez daha tekrar etmeleri açısından tam metni verelim . Buyrun ,

Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi

Ey Türk Gençliği!
Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî bedhahların olacaktır. Bir gün, İstiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!

12 Şubat 2012 Pazar

Baroni sorumsuzluğu ve her hafta ayrı düş kırıklığı.



          Bu sezon geçmiş yıllardan çok farklı , kabul. Hatta dedikleri gibi bu sene şampiyonluk senesi değil , Fenerbahçelilik senesi buna da kabul. Zaten sene başından beri hangi Fenerbahçelinin çok büyük beklentisi vardı ki ? Hangimiz gol rekoruyla namağlup şampiyon olmayı bekliyorduk ? Hele hele Andre Santos'un , Lugano'nun , Emenike'nin , Niang'ın zorunlu olarak takımdan ayrılmasından sonra.

          Evet bu sene Aziz Yıldırım'ın mücadelesinin ve ilk günden medya tarafından küme düşürülen , şikeci ilan edilen ona karşı büyük bir operasyon düzenlenen , başkanı hapse atılan bir takımın mücadelesinin verildiği bir sezon. Bu kumpası planlayanlar bu haberler çıktığında taraftarın hemen Aziz Yıldırım'a sırt çevireceğini düşündü. Ama büyük bir yanılgı içerisindeydiler. Benim gibi pek çok Fenerbahçeli olayın peşini bırakmadı ve olay artık Fenerbahçe'nin lehine dönmeye başladı. Abluka dağıldı. Pek çok Fenerbahçelinin gözü kulağı , dikkati bu olayda. Sonunda haklı mı çıkacağız yoksa haksız mı? Şampiyonlar liginden haksız yere men edildiğimizin sonradan ortaya çıktığı gibi diğer tiyatral hareketlerde sonra ortaya çıkacak mı? Çıkmayacak mı? Aylardır konuşan rakip takım taraftarları , özellikle yandaş medya , M.A.A , Arıboğan , Helvacı , Toroğlu ve türevleri mi haklı ? Yoksa Aziz Yıldırım konuştuğunda olayın seyri değişecek mi? Bu sene olayımız bu. Futboldan bu senelik beklentimiz büyük değildi , hala değil. Ama olay başka.

           Fenerbahçe maç kaybedebilir. Fenerbahçe taraftarı için bu çok alışılageldik bir durum. Hiçbir takım her maçını kazanamaz. Ne Barcelona ne Manchester United nede başkası. Ama böylesine bir yılda sen Fenerbahçe forması giyiyorsan , senin geçen senelerde 90+4 lerde , derbilerde , deplasmanlarda, hiçbir iddiası olmayan takımların kalecilerinin dahi son dakikada gol atmak için kornerde atağa gelerek oynadığı , zor bela kazandığın şampiyonluk elinden alınmaya çalışılıyorsa sen bu şekilde vurdumduymaz ol-a-maz-sın ! Nasıl içine sindirebilirsin ki? Hakkın olan ve her futbolcu için vitrin görevi gören Şampiyonlar Ligine katılma hakkın içki masalarında keyfi ve artniyetli bir şekilde gasp edilmiş. Senin belki taraftardan bile daha özverili olman lazım. Taraftar elinden geleni yapıyor , Feneriumlar hala satış rekorlarında , dergi her geçen gün tiraj artırıyor en son 55.000 i geçti , taraftar Bağdat Caddesinde yürüyor , Metrise koşuyor , İstiklale çıkıyor , miting yapıyor , pankart asıyor , slogan atıyor ... yapıyor da yapıyor. Peki sen sahada bunun karşılığını verebiliyormusun ?

           Hani bir maç kötü oynarsın. Arada sırada . Ama bu nedir arkadaş ? Her hafta takım yarı sahayı geçemiyor. Ne ileride çoğalabiliyor ne geride , ne ortasahası var ne hucumu . Kanatlardan çok umutluyduk o da çöktü işlemez hale geldi. Sow dersen Karabük maçında 5 kişi tarafından marke edildi , kayboldu gitti. Baroni sorumsuzluğu. Orta saha yol geçen hanı. 2-3 pas sonra tıkan, tabiri caizse 'al gülüm , ver gülüm' ardından Baroni , ileriye top taşıma sıfır ;
 ''  - Baroniiiii. Kaleye baktı. Üstten dışarı aut. Top farklı şekilde dışarı çıkıyor. ''
 Bunu okuduğunda tüm Fenerbahçelilerin gülümsediğine eminim. O kadar çok duyduk ki bunu. Cılız bir atak , ve devamında bu lanet olası cümle.
         
         Ne demiştik ? Fenerbahçe kaybedebilir. Mesela Beşiktaş'ın efsanevi (onlar öyle olduğunu söylüyor) 3-4'lük maçı. Bir an bile kızmadım Fenerbahçe'ye. Üzüldüm tabiki o ayrı konu. Fenerbahçe o maç tırmaladı. Çabaladı. Elinden geleni yaptı. Direğe vurdu , ofsayt oldu , yan ağlarda kaldı , kaleci tuttu sağa yattı sola battı, olmadı. 3 gol atabildik (ki bir derbi için hiçte az değil) Beşiktaş 5 kere geldi. 4'ü gol oldu. Yenildik. Öyle yenilgiye can kurban. Fenerbahçe taraftarı kan istiyor beyler , anlayın bunu. Tekmeye kafa sok , koş , düş , faul yap , direkten dönsün , ofsayt olsun . Ha yenil. Olabilir futbolun içinde yenilmekte var. Fenerbahçe taraftarı özellikle bu sene herşeyi kabullenir , yenildiğin maçtan sonra bile seni gece 3'te havaalanında karşılar , karşıladıda ama bu şımarıklık kabul edilemez. Baroninin Karabük maçından sonra gülerek çıkması maç biter bitmez neşeli neşeli forma değiştirmesi kabul edilemez. Ben etmiyorum en azından. Zaten bu adam Corinthians'a video çekipte ne olur beni geri alın diye ağladığını gördükten sonra bu takımda hala nasıl kalabiliyor anlamak güç. Yerine genç biri alınsın yada altyapıdan çıkarılsın. Sahada yırtınsın , yenilsekte olur. Başı öne eğik çıksın yenildiğinde , o mahcubiyet olsun , bana yeter.

        Bu kafanın acilen değişmesi lazım. Yoksa Sow- tek forvet mi çift forvet mi ? Kanatlar- Stoch-Dia ikilisi iyi mi ? Kötü mü? Bu tartışmaları yapmaya gerek kalmadan Fransız Liseliler usul usul işi götürecek. Tıpkı içki masalarında Trabzonspor'u şampiyonlar ligine götürdükleri gibi.








8 Şubat 2012 Çarşamba

İki büyük takımın oynadığı sonunda Fenerbahçe'nin kazandığı büyük maçlar : Derbiler...

     
            Bu yazımda derbileri ve derbilerdeki Fenerbahçe performansını , bu performansın play-offlara dolayısıyla şampiyonluğa etkisini yazmaya çalışacağım.
            Klasik gazete manşetleri vardır ''derbi canavarı'' , ''derbi kralı'' , ''derbilerin efendisi'' vs... Sıradan bir maçtan sonra bile bizim medya bu manşetleri atmaya bayılır. Ama özellikle son 10 yılda Fenerbahçe ciddi manada bu manşetlere konu olmaya hak kazandı.
     
       Fenerbahçe´yi Kadıköy´de ; 

Trabzonspor 23.08.1997´den beri 15 yıldır (14 maç ‚ 11 Mağlubiyet ‚ 3 beraberlik aldı) 

Galatasaray ‚ 22.12.1999´dan beri 13 yıldır (14 maç ‚ 12 Mağlubiyet ‚ 2 beraberlik aldı) 

Beşiktaş ‚ 17.04.2005´ten beri 7 yıldır ( 8 maç ‚ 4 Mağlubiyet ‚ 4 beraberlik aldı) 

yenemiyor.

    Kadıköy'de ''reis'' Fenerbahçe. Bu artık tartışılmaz bile. 

    İşin garip kısmı Fenerbahçe sırf kendi evinde değil bu takımların deplasmanlarında da hayli iyi performans gösteriyor.

    İçeride , dışarıda cimbom şekeri

    Galatasarayla başlayalım . Mesela Sami Yen'de son yıllarda , 

27 kasım 2005 Galatasaray 0 - 1 Fenerbahçe (Süper Lig)

19 mayıs 2007 Galatasaray 1 - 2 Fenerbahçe (Süper Lig) 

28 Mart 2010  Galatasaray 0 - 1 Fenerbahçe (Süper Lig) 

18 Mart 2011  Galatasaray 1 - 2 Fenerbahçe (Süper Lig)  (Türk Telekom Stadyumu)
      18 Martta TT Arena'nın açılış maçında da durum farklı değildi , Fenerbahçe Sami Yen'in kapanışını yapıp Türk Telekom stadını açmıştı.
     Fenerbahçe kendi evindeki açık ara üstünlüğünün yanı sıra deplasmandada üstünlüğü ele geçirmiş , ''içerde-dışarda'' tabirine tam olarak uymuştu. 



      İnönü Susturmacaları

         Fenerbahçe rakipleri Trabzonspor ve Galatasaray'a karşı Kadıköy'de  kurduğu ''tarihi'' üstünlüğü yavaş yavaş Beşiktaş'a da kurmaya başladı. Trabzonsporla Galatasaray'ın bu yüzyılda Kadıköy'de galibiyeti yok. Beşiktaş'ın durumu o kadar kötü değil. Ama onlarda en son galibiyetini 2005'te gördü.
        İnönü'de ise Fenerbahçe Kadıköyde olduğundan bile üstün diyebiliriz. Son 10 senede formalar değişti , futbolcular değişti , teknik direktörler değişti ama ''susturucular'' değişmedi.

  
        Son yıllarda İnönüdeki maçlar ,



14.04.2002  Beşiktaş 0 - 2 Fenerbahçe

25.04.2004  Beşiktaş 1 - 3 Fenerbahçe

18.09.2005  Beşiktaş 1 - 2 Fenerbahçe

05.05.2007  Beşiktaş 0 - 1 Fenerbahçe

29.03.2008  Beşiktaş 1 - 2 Fenerbahçe

03.05.2009  Beşiktaş 1 - 2 Fenerbahçe

20.02.2011  Beşiktaş 2 - 4 Fenerbahçe 

    Son 10 yılda 7 Fenerbahçe galibiyeti...
    



O meşhur İnönü susturmacalarından kareler , 

''Sus'' un çıkışı 2000'li yıllar Alpay'dan Beşiktaş tribününe ,

2002 ''Kadıköy Boğası'' Serhat ve Jonhson'dan Sus , mekan aynı,
2005 Son dakika golü , galibiyet ve Tuncay'dan ''sus''
2007'de yüzüncü yılda Kezman aşırtması ve ''sus'', İnönü'de.
2009 Guiza ve İnönü'de sus. Sanırım Beşiktaşlıları en çok bu üzecek :)

Ve son olarak 2011'de ''sus'' bu sefer Selçuk ve Santos'tan. Mekan yine aynı.
                                        

      Bu derbi karnesinin play-off'a etkisi




         Kuşkusuz pozitif olacaktır. Çünkü bu sezon şampiyonu lig değil play-off belirleyecek. Bu çok saçma bir sistem esasında ve dünya üzerinde başka hiçbir yerde yok. Bu konuda tekiz. Bu seneye özel bir sistem. Ve maç takibi , futbolcuların konsantrasyonu-kondisyonu herşey birbirine girmiş durumda. Takımlar haftada 3 maç bile yapabiliyor bazen. İşin komik kısmı ligde verilen bu mücadelenin play-off'a etkisi hemen hemen 0. Takımların mevcut sezon içinde aldıkları puanlar 2 ye bölünecek ve 6 maçlık play-off'a (gruplu sistem 4 takımdan oluşuyor) öyle başlayacaklar. Play-off başladıktan sonra iş başa düşüyor ve Fenerbahçe 'nin özellikle Saracoğlu performansı işimizi hayli kolaylaştıracak. Ben Kadıköy'de play-offlarda kaybedebileceğimiz maksimum puanı 2 olarak düşünüyorum. En fazla bir beraberlik alırız. Derbilerdeki son yıllardaki bu üstün performans devam ederse şampiyonluk beklediğimizden kolay gelir ve gerine gerine 19 yazarız. Hemde $ike $ike.


  

1 Şubat 2012 Çarşamba

Yaklaşan derbi öncesi Kadıköydeki ''delikanlı'' duruş ve Beşiktaş taraftarının ''Beşiktaşlı duruşu''

     

               Duruş, duruş , duruş....Yıllarca Beşiktaş Camiası tarafından dillendirilen bir olgu. Adı da ''Beşiktaşlı duruşu'' sorsan adama ' İyi de nedir bu duruş kardeşim ? ' diye sana bir kaç şey sayar şan,şeref,onur,gurur çünkü edebiyat kısmı kolaydır işin. Zor olan kısmı tribunlerde... Tribündeki ''delikanlı'' duruş. İşte bütün mesele  burada yatıyor.

.
     

              Fenerbahçe taraftarı ligin ilk yarısında ortalığı yıktı , deplasman hakkımız engellenemez diye fakat sadece kendileri için değil , geriye kalan tüm takımlar içinde bu hakkı savundular.Hiçbir zaman tek taraflı bir çaba içine girilmedi.Girilmemesi de gerekliydi zaten. Deplasman yasağına açık ara farkla en büyük prostestoyu yapan Fenerbahçe tribünleri olmuştur. Belki de o direniş olmasa o pankartlar açılmasa , o marşlar söylenmese bugun Beşiktaş taraftarı Şükrü Saracoğlu Stadyumunun Migros tribununde , deplasman tarafında yer alamayacaktı.

Protestoların bir kısmı burada.   
                   
              
               Bu süreçte yalnız bırakılmasına rağmen yinede Beşiktaş taraftarı için Beşiktaş taraftarından bile fazla ses çıkardılar Kadıköy'e gelebilsinler diye. Nitekim sağ yattı , sola vurdu karar çıktı. Çıkması da doğru olandı çünkü geçen maçta her türlü engellemeye rağmen Fenerbahçe taraftarı ilk yarıda Beşiktaş Müzesinin kapılarını kırarak maç esnasında içeri girip Fenerbahçeyi yalnız bırakmayarak ikinci Truva  operasyonuna imza atmıştı ki o apayrı bir bahis konusu. Eğer biz oraya - ne şart altında olursa olsun - gittiysek onlarında buraya gelmesi gerekmekteydi.
                                   

                   
       


            Meselenin tarihçesini anlattıktan sonra gelelim günümüze . Bu ''delikanlı'' duruşa karşı Beşiktaş taraftarının tepkisi , tavrı ne oldu ? Bu yapılanları takdir edip , Fenerbahçe taraftarına teşekkür eden aklı selim Beşiktaşlılar yok mu ? Var elbette. Zaten onları tenzih ediyorum. Ama büyük bir kesim bu babacan tavra , bu dostane tavra hiç yakışmayacak hareketler yaptı. Fenerbahçe taraftarının Kadıköyde açtığı bu güzel pankartın hemen akabinde ,

   

              Beşiktaş'ın sanal alemdeki en büyük platformlarından biri olan besiktask.org bu saçma sapan şeyi intro yaparak Fenerbahçe taraftarına ''korkak'' demekten geri kalmıyor. Forumlarındaki ''taraftarlar'' Fenerbahçe hakkında , taraftarı hakkında yerli yersiz atıp tutuyor , küfürlü pankart hazırlama önerileri sunuyor. Takdir tüm tribünlerin , tüm futbolseverlerin.



             Buysa ''duruş'' , buysa ''Beşiktaşlı duruşu'' , aman kalsın , bize uzak yerlerde duruşunuzu sergileyin. Fenerbahçe taraftarı bir kez daha kendisine yakışanı yapmış , cümle aleme edebiyattan ziyade icraatin esas olduğunu göstermiştir. Emeği geçenlere teşekkürler.




Sow'la beraber kanatlar şaha kalkacak , 25. hafta Beşiktaş maçında gol bulmada sıkıntı yaşamayız.

     

              Fenerbahçe şu anda iki önemli kanat oyuncusuna sahip. Biri Issiar Dia diğeri ise namı diğer ''pırpır'' Stoch. Stoch ilk geldiği günden beri takımda en sevdiğim oyunculardan bir tanesi oldu. Hem yeteneği , tarzı hem sempatikliği onu farklı kılıyor. Aykut Kocaman'ın ilk haftalardaki Özer Hurmacı inadı , o formsuzluğuna , isteksizliğe rağmen Özerin oynaması ve Stoch'un haftalarca yedek kalması Fenerbahçe'de 'kanat' kavramını adeta bitirmişti. Stoch' un yedek kaldığı haftalar bir de Dia'nın sakatlığı işleri iyice karıştırmış ve Fenerbahçe kanatlardan ileri top çıkaramaz hale gelmişti. Zaten zayıflayan kanatlara birde Henri Bienvenu'nun güçsüzlüğü , ikili mücadeledeki zayıflığı , son vuruşlardaki beceriksizliği (Özellikle Antalyaspor deplasmanı) Fenerbahçe'nin gol yollarını tıkamıştı. Takım adeta hücum edemez hale gelmişti. Bunun en acı tecrübesini de ne yazıkki Türk Telekom deplasmanında yaşamıştık ve neredeyse yarı sahayı geçememiştik.



              Fakat Stoch'un artık kendini ispatlaması ve Sow'un gelmesi , Dia'nın tamamen iyileşmesi işleri 180 derece tersine çevirdi. Stoch son haftalarda hem hızıyla hem tekniğiyle şov yapıyor.(nazar değmesin). Üstüne birde fevkalade şutları eklenince ortaya muazzam bir sol kanat çıktı. Ve üst üste attığı bu iki gol hem onun kendine güvenini artırdı hemde gol yollarında sıkıntı çeken takıma bir alternatif oldu. Tabi kanatları ateşleyecek olan bekleri de göz ardı etmemek gerekiyor. Gerek solda Caner , gerek sağ kulvarda Gökhan Gönül yüreğini ortaya koyan , savaşan , koşan futbolcular. Bu da kanatların etkili çalışmasında önemli rol oynayacak. şüphesiz.

Stoch'un Kayseri'ye uzaktan golü ,


Stoch'un Mersin İdman Yurduna uzaktan golü
     


Gelelim Sow meselesine 

        
             Bienvenu forvet oynadığı zaman ilerde top tutamadığı ve adam geçemediği için kanatlardan normalinçok üstünde bir eforla oynuyorlardı. Şimdi en formda Stoch ve yine Stoch kadar hızlı , çevik ve güçlü(Stoch'un eksiği biraz güç ne yazıkki o da fiziki yapısından kaynaklanıyor) Dia ile beraber ilerdeayağında top tutan , adam geçen , bitirişlerinde oldukça başarılı bir Sow ve arkasında kaptan Alexle Beşiktaş defansının Kadıköyde büyük sıkıntı yaşayacağını maçın bol gollü geçeceğini gollerin büyük kısmının belkide tamamının Fenerbahçe'den geleceğini tahmin ediyorum. O gün Fenerbahçenin bir diğer avantajı (iç sahada oynaması , seyirci avantajı yanı sıra) hücum oyuncularının şutör olması. Kadıköy'de Alex'in Beşiktaşa böyle bir golü vardı :

              Alex'in şutlarının yanı sıra Stoch ve Sow'un şutları , Dianın sağ kanattan ileri taşıyacağı toplarla Fenerbahçe hücumda pek çok gol bulma alternatifine sahip olacak duran toplarla birlikte.

              O gün beni yanıltacak tek şey Sow'un ilk maçı olacağı için takıma adapte olamaması ve Afrika Kupasından yeni geldiği için fiziki yorgunluk çekmesi olabilir. Ancak ben ilk maç heyecanıyla bunun gerçekleşmeyeceğini düşünüyorum. En kötü ihtimalle ikinci yarının son 25-30 dakikasında 'nöbetçi' golcü yeniden devreye girer.

             Aykut Hoca Galatasaray maçında yaptığı hatayı tekrarlamayıp bu sefer saldırırsa Fenerbahçe , Beşiktaş'ı zorlanmadan geçer.  Beşiktaş'ın puan çıkarıp çıkarmaması artık Fenerbahçe defansının elinde.
Saldırarak başlayan bir Fenerbahçenin erken gol bulması , her zamanki gibi Fenerbahçe maçlarına ''aşırı gaz''la gelen Beşiktaş'ı moralman bitirir. Ve fark açılabilir.  

    05.02.2012 ' de Kadıköy'de göreceğiz. Fenerbahçeye yürekten başarılar.

Vira bismillah.

       
         Sosyal medya son yıllarda ülkemizde büyük önem kazandı. Özellikle Twitter ve Facebook milyonlara hitap ediyor , forumların onbinlerce hatta bazılarının yüzbinlerce üyesi var. Hal böyle olunca ister siyasetle ister sporla ilgili olsun herkes kendi beğenisini , izlenimini , görüşünü oralarda paylaşıyor ancak bu düzensizliğe ve kakafoniye yol açıyor.

          Bu konularla ilgili paylaşımda bulunan istisnasız her kullanıcının ister kalabalık olsun ister olmasın belli bir kitlesi var. Kimi tuttuğu takıma , kimi ise aidiyet hissettiği siyasi oluşuma göre belirli kullanıcıları takip ediyor düzenli olarak. Benimde sporla ilgili konularda duruşum , tarafım belli malumunuz. İstedim ki yazdığım yazılar kaybolmasın , takip eden  veya etmek isteyen insanlar rahatça görebilsin , kendimi ifade edebileyim ve en önemlisi yazdıklarım , paylaştıklarım listeli bir şekilde arşivli kalabilsin ki dürüst olmak gerekirse beni en çok cezbeden bu oldu. İleride yazdıklarımı , paylaştıklarımı rahatça bulabilmek açısından benim için hayli iyi olacak diye umut ediyorum. Bu amaçla kendime bir blog sayfası açmaya karar verdim.

          Tasarımını Fenerbahçe Spor Kulübüne ismini vermiş Modadaki Deniz Fenerine ve Fenerbahçenin renklerini aldığı güneş,deniz ve gökyüzüne göre yaptım. Mavi-Lacivert-Turkuaz tonlarına aşık biri olarak bitirdikten sonra tasarımımı hayli şık buldum diyebilirim :) .

          İnternette fikir alışverişinde bulunduğum , tartıştığım pek çok insanın yakınen bildiği gibi hayli geniş olan Fenerbahçe arşivimi zamanla buraya aktaracağım gibi gözüküyor. Blogumu sadece maç yorumları yapmakta kullanmayacağım. Bazen tarihten dönüm noktalarını , bazen eski maçları , bazen taraftar gözünden izlenimleri , deplasmanları , Kadıköy'ü , gördüklerimi , duyduklarımı , okuduklarımı, kimi zaman anıları , kamuoyunda vuku bulan ve Fenerbahçe'yi doğrudan yada dolaylı ilgilendiren hadiseleri kısacası bütünüyle Fenerbahçe'yi kendi perspektifimden Fenerli bakış açısıyla yazmaya çalışacağım .

          ''Söz uçar , yazı kalır'' diyerekten bu yazıyla başlıyorum blog hayatıma. Blogumun yayın hayatına başladığı şu günler Fenerbahçe için pekte iç açıcı değil fakat umuyorum yazdığım süre boyunca bundan sonrası için nice güzel , başarılı , mutlu günleri , müsabakaları , anıları yaşarım , yazarım.

        Okuyan , takip eden herkese selam olsun.